8 Nisan 2014 Salı


Bir defasında ben yazarken yanımda oturmak istediğini yazmıştın bana; ama düşünsene, o zaman yazamazdım. Çünkü yazmak, kendini soruna değin açmak demektir. Bu yüzden de insan yazarken ne denli yalnız kalsa, yine az gelir; bu yüzden insan yazarken çevresi ne denli sessiz olursa olsun, yine de yeterli bulmaz bu kadarını; gece yeterince gece değildir. Bu yüzden zaman bir türlü yetmez; çünkü gidilecek yollar uzundur ve insan kolaylıkla yolunu şaşırabilir. Çoğu kez benim için en uygun yaşama biçiminin, geniş ve kilitli bir bodrumun en dibindeki bir odada, kağıt, kalem ve lambayla kalmak olduğunu düşünmüşümdür. Yemeğimi getirsinler, odamın çok uzağına, bodrumun en dıştaki kapısının ardına bıraksınlar. Üstümde sabahlıkla bodrumun bütün kubbeli bölümlerinden geçerek yemeğimi almaya gidişim, yaptığım tek gezinti olsun. Sonra masamın başına döneyim, ağır ağır, düşünerek yemeği yiyip hemen yeniden yazmaya başlayayım.
Franz Kafka

25 Mart 2014 Salı

Daha fazla gülemiyorum 2


Ne Filistin’de, ne Kuzey Afrika ülkelerinde, ne Suriye’de, ne İstanbul’da, ne Sao Paula’da, ne Kiev’de, ne Çin’de, ne Kuzey Kore’de, ne de İran’daydım. Fransa’da orta çağ kaldırımlarında yürüyordum. Kışın en soğuk aylarında arabanın içerisinde beş bira içmeden uyuyamıyordum. Aklımda ne soğuk vardı ne de içtiğim alkoller... Sadece saydığım tüm ülkelerde bir kadın olup onlarla beraber ölmek istiyordum. Bu ne kendi egom, ne de kendi özgürlüğüm içindi. Hepsi sadece onlarla beraber ölme arzumdan doğuyordu. Çünkü yalnızdım. Çünkü yalnız ölmediklerini hissettirmek istiyordum. Ama ne ülkü ülke gezecek param, ne de gücüm vardı. Tek yapabildiğim yazmaktı. Tüm şehirlerde onlarca yüzlerce insan ölüyordu. İran’da beş ay içerisinde idam edilenlerin sayısı üç yüzü geçmiş, Kiev’de arkadaşlarım özgürlüklerini arayan yoldaşlarının ölümlerini görmüştü. Boyun eğen tüm insanlar, Hindistan’da saatin gece yarısına daha da çok yaklaştığı vakitte on bir, on iki yaşında bir kız çocuğunun müşteriler için dans etmesine şaşırmıyordu. Buna tüm dünya seyirciydi, Avrupa dahil. O kız çocuğu akşam oyuncakları ile oynayabilsin diye çırılçıplak dans etmeye hazırdım. Ne yobazlaşmış gözlerin, ne de yaptığıma şaşıracak insanların söyleyecekleri tek kelimeyi duymak istemiyordum.


Tüm o doğruluk ve erdem satıcıları; düşün, tüm uçurumlardan, tüm dünyayı dakikalar içerisinde geçen uçaklarınızdan, düşün, en ufak güneş ışığının bile varamadığı karanlık girdaplara, orada ne bulutlardan gelen serin bir rüzgar ne de sahilde sarıldığınız riyakar dostlarınız var, düşün, ejderhaların nefesinden çıkan alevde yanan ruhunuzun kavrulduğunu, eksi kırkta içine gömülen siklerinizi hamam böceklerinin kemirdiği görün, düşün, kamçılanan ruhunuzun boşlukta kaybolduğunu, sesinizin uzayı delen acısını duyuyorum diye haykıran çocuğun gözlerinde görün. Duyuyorum, duyuyorum, acının boşlukta yankılandığını duyabiliyorum. Aşkın olduğu yerde cehennemden bahsediyorum. Şuçluyorum! tüm o modern diye adlandırdığınız düş hırsızı objelerinizi, suçluyorum! Sokaklarda, on yaşında çocukluğundan vurulmuş meleklere umut bırakmadığınız için. Sizler, ey yüzünü toprağa çevirecek cesareti olmayan, aynasız bedenler, düşün! sizi bekleyen cehennem çiçeklerine kanın, zehirlenen tırnaklarınızın, çürümüş dillerinize yapıştığını hissedin, lanetlenmiş tüm büyücülerin kadın olmadığını kendi göz bebeklerinizde görün. Artık ölümün yetmeyeceğini, artık cehennemin yetmeceğini, artık varlığınızın yok olamasının yetmeceğini bilin. Vakti geldiğinde ineceksiniz, uzaklaşarak küçülerek... Zamanın yavaşça sizi sildiğini ve tarihte hafif hafif unutulduğunuzu saniye saniye, kırılan camların tekrar kırıldığını bile bile düşeceksiniz yokluğun en derin noktasına. Sonsuzluğun göbeğinde eriyip gideceksiniz. Ben ve benim gibiler çoktan yorulmuş olacak, ama gelecek daha çocuk olacak.

Daha fazla gülemiyorum

Birbirine benzeyen tarihlerden ibaret zamanlarda, bir ikizinin olduğunu rüyalarında gören bir kadın vardı. Rüyalarda yaşayan, rüyalarda ölmek isteyen bir kadındı.


Devletler var, çocukların incitmekten korktukları sarı civcivlerin iki gün içerinde tavuklara dönüştüğü fabrikalar var, tıpkı, sokakta on yaşında gördüğümüz çocukların, cesurca devlete karşı haklarını aradıkları gibi, çocukluğunu unutmuş, bir anda yediği iğne ile büyükmüş çocuklar var. Devlet iğneleri, uyuşturucu dinlerin zehri zamanı silmişte tek düze sürülere dönüştürmeye çalışmış gibi...  Ve kadın ağlamaya başladı elini gök yüzüne çevirerek tezahüratlar atan çocuğu gördüğünde. Kalabalıktı her yer, kalabalıktı sokaklar, polisler, insanlar, makineler... Karanlıktı geceler, çocuklar kirden kararmış yüzlerinin farkında değillerdi, onlar daha az farkında, daha umutlu, daha güçlüydüler. Kadın ağlamaya devam ediyordu. Çocuğu takip ediyordu. Gözünü ondan ayırmıyor, bir adımda yanı başında var olmak için her an tetikte ilerliyordu. Daha cesur, daha özgür, bağırdıkça daha çocuk hissediyordu sanki o yaşta. Kadın, çocuğu taklit etmeye başladı, onun attığı çığlıkları tekrarlıyor, onun hızında koşuyor, onun gibi zıplayarak ilerliyordu. Çocuğun kara gözleri, kara kaşları, küçük parmakları vardı. Kalabalığı ileride bekleyen yılanlar vardı. Duyamayan yılanlar gibi, kendi sözlerinden başkasını duyamayan sürüngen sürü yığınları vardı. Tuzaklar, sesler ve sislerin içinden fırlayan mermiler geliyordu. Kadın ağır çekime almış zamanı, kaderini izliyordu. Çocuk en öndekilerle beraber koşuyordu, kadın her seferinde bir adım daha geriye düşüyordu. İnsanlar tek tek yere düşüyor, kara dünyanın piyanosundan notalar yükseliyordu. Ağıtlar tüyleri ürpertiyor, insanlar bir bir bedenlerini ve dünyayı terk ediyorlardı. Kadın, kadın her seferinde bir adım daha geriye düşüyor, çocuk her seferinde bir adım daha fazladan atıyordu. Kadın çocuğu taklit etmekten vazgeçmiyor. Çocuk ölenlere dönüp bakmıyordu. Ölümün karşısında özgürlüğü ölümsüzleştiriyordu ölüme beş kala. Kadın Ölüyordu ruhunda bir adım daha geri kaldığı her saniyede. Kendi nefesinde boğuluyormuş, boyu her saniye kısalıyormuş gibi... Çocuk yere yığılıyor, kadın yere yığılıyor, çocuk ölüyordu, kadın onu taklit ediyor ve o da orada çocukla beraber ölüyordu. İkisi de mutluydu.

23 Mart 2014 Pazar

Dephine & Hippolyte-Lanetlenmiş Kadınlar

Hippolyte, lambaların solgun ışığı vuran
Mindelerlere uzanmış sessizce duruyordu,
Ve toy gençkızlığının perdesini kaldıran
Güçlü okşayışları, dalgın, düşünüyordu.

Sabah uyandığında nasıl başını yolcu
Çevirip mavi ufka bakarsa, tıpkı öyle,
Henüz uzaklardaki gökleri arıyordu
Fırtınalı bir anın ürküttüğü gözlerle.

Ölgün halkalardaki o tembel gözyaşları,
Bitkin, perişan hali, şehvetli üzgün teni,
Hurda silahlar gibi terk edilmiş kolları
Ve her şey süslüyordu narin güzelliğini.

Dişlediği avını öldürmeyip gözleyen
Güçlü bir hayvan gibi, delphine, eteklerinde,
Dingin ve kıvanç dolu, baktıkça alevlenen
Gözlerini örtmüştü hippolyte’in üstüne.

Güçlü güzellik ince güzellik önünde diz
Çökmüş ve şarabını içerken utkusunun,
Dermek istercesine ağzından tatlı bir söz,
Uzanıyordu ona doğru, sevdalı, tutkun.

Kurbanının gözünde arıyordu durmadan
Arzunun şakıdığı sessiz ilahileri
Ve uzun ahlar gibi gözkapağından çıkan
Şükran duygularını, o tatlı sözcükleri.

-Dedi: "nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, hippolyte, tatlı yürek,
İlk güllerin kutsal adağını o kaba,
O yaban soluklara asla sunmaman gerek.

Benim öpüşüm, akşam, büyük, saydam gölleri
Okşayan susineği gibi yumuşacıktır,
Ekeklerin dudağı saban demiri gibi,
Tekerler gibi oyar, acı izler bırakır;

Atlar, öküzler gibi geçerler üzerinden,
Çiğnenirsin altında insafsız ayakların,
Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen,
Ruhumsun, her şeyimsin ve öteki yanımsın,

Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini,
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım,
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz düşler içinde seni uyutacağım!"

Hippolyte genç başını kaldırdı usul usul:
-"Pişmanlık duymuyorum, hiç de nankör değilim
Ama, ağır bir akşam yemeği yemiş gibi
Sıkıntılı ve öyle endişe içindeyim.

Sanki kanlı bir ufkun her yandan kapattığı
İşlek, uzun yollara beni sokmak isteyen
O yoğun ve o kara hayalet taburları
Çökmüşçesine ağır bir yük altındayım ben,

Diyebiliyorsan de bana, dehşetim, ruhum,
Yakışıksız, garip bir eylemde bulunduk mu?
Sen "meleğim!" dedikçe korkudan titriyorum,
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.

Kalbimin sonsuza dek sahibi, kızkardeşim,
Artık tek düşüncemsin, öyle bakma yüzüme,
Beni yakacakları ateş ve cehennemim,
Günahımın ilki, ilk nedeni olsan bile"

Öfkeyle silkeleyip perişan yelesini,
Delphine, demir kürsüde tepinir gibi, birden,
Gözleri çakmak çakmak, güçlü bir sesle, dedi:
-"Kim söz edebilirmiş aşk varken cehnnemden?

Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse,
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana,
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!

Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz,
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz!

Git, istersen aptal bir nişanlı bul kendine;
Kızoğlankız bir kalbi hoyrat öpüşlere sun;
Koşa koşa, dağlanmış göğsünü, bil ki, yine
Bana getireceksin, azapla dolu, solgun...

Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!"
Çocuk birden acıyla haykırdı: -"duyuyorum,
Şu an tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor; kalbimdir bu uçurum!

Volkan gibi yakıcı -ve boşluk gibi derin!
Euménide’in, elinde meşale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin, bu inleyen yüreğin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.

Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun yüreğimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm dileğim,
Ve bulmak mezarların uzak serinliğini!"

-İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar,
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yolundan
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla

Kaynar, fırtınaların, kasırgaların korkunç
Uğultusunda, koşun en son noktasına dek
Arzuların, ki onlar dinmek bilmeyecek hiç
Cezanız tutkunuzun karşılığı olacak;

Tek serin ışık sızmayacak mahzeninize
Ve işte, yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroplar giriyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor gövdenizi.

Kıvancınızın buruk, doyumsuz kısırlığı
Susuzluğu dindirip derinizi geriyor,
Şehvetli teninizin öfkeli rüzgârları
Etinizi bir bayrak misali titretiyor.

İnsanlardan uzakta, gezginler, hükümlüler,
Koşun aç kurtlar gibi çöllere akın akın;
Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar,
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!

Charles Baudelaire
Çeviri; Erdoğan Alkan

22 Mart 2014 Cumartesi

Ses Ses, 1, 2, Evet Evet Hatırladım...

Ses Ses, 1, 2, Evet Evet Hatırlıyorum...

            Her çubuklu makarna pişirişimde aklıma gelir sözlerin. ‘’ Sen bir İtalyan olmalısın! Gerçekten! Gülme çok güzel.’’ derdin hep. Nasıl lezzetli gelirdi pesto soslu makarna. Boynundan akıp giden uzun çubuk makarnalar nasıl da tatmıştır boynunun tadını. Onlar nasıl da tatmıştır dudaklarını, dilini... Kıskanmamak elde miydi?


            Hızlı hızlı yer sonra bir tabak daha isterdin ve ben bir tabak makarna daha koyardım önüne. Sen yine aynı iştahla yerdin. Ben çubuklu makarnanın ve senin güzelliğini izlemekten soğuturdum yemeğimi.

            Aylar sonra biri oldu tekrar: Claudia, 24 yaşında olgun, aşk ve sevgi dolu olacak kadar saf, benim gibi birini bulacak kadar da şanssızdı, en az onun kadar bende şansızdım çünkü eski sevgilim sanmıştım, sanabilecek kadar safım... Nitekim beklenen oldu: Terk ettim.

            Ve sonra karanlıkta alkol ile boğmaya çalıştığım mutsuzluğum yüzmeyi öğrendi. Ve sonra denizimde yüzmeyi öğrenemeyen tüm kadınlar boğularak ölmeye başladı. Alkol denizim, tüm denizlerden daha yoğun, tüm denizlerden sıcak... ve tamamen mutlu hatıralar ile dolu...

             Liesbet, Vasilisa, Marina, Weronika, Eleonora... Evet Evet Hatırlıyorum...

             Liesbet: Bana tamamen bulaşamayacak kadar hisleri kuvvetliydi. Ama en arzulu sevişen oydu!
             Vasilisa: 19 yaşında bir bakireydi. Şanssızlık işte.
          Marina: Merdivende apartman koridorlarında günün her saatinde seviştigim bir kadındı. Dünya yokmuş gibi sevişir. Devlet yokmuş gibi işerdi sabahın 5'inde, bar çıkışında, yolun kenarına... Dünya daha özgürdü onunla iken.
            Weronika: Öptüğüm en güzel dudaklara sahipti. Her gördüğümde öpmek isteyeceğim ve erken boşalmaktan korkacağım bir kadındı.
             Eleonora: İsmini her tekrarladığımda gülebilecek kadar neşeli biriydi. Ve süprizlerle doluydu. Bir İtalyan'dı. İtalyancayı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırlatmıştı.


            Ses Ses, 1, 2, Evet Evet Hatırladım...

            Şimdi daha iyi hissediyorum ne kadar mutsuz olduğumu, ne kadar çok kadınımı özlediğimi, ne kadar çok onu her yerde aradığımı. Tüm güzellikleri yazarken niyetim tüm çirkinliklerimi saklamak değil aksine göstermekti. Üzgünüm sevgilim seni bir çok defa aldattım! Bileklerinden gözlerinin altına serpilmiş çillere uzanana kadar kokunu Tanrı'ya borçluyum. 

             Artık nefes almak değilde soluklanmak istiyorum. Kaybolmuş bir kadını 3,5 milyar kadının arasında bulamam belki ama onu tüm kadınlarda görebiliyorum. Tamam tamam artık ne yazacağım senin hakkında ne de düşüneceğim. Sıkıştırılmış zamanların içerinde sadece durup insanları izleyeceğim. Ve piyano sesleri yükselecek kulaklarımda. 








Louis Ferdinand Céline

Geceyi sevdiğimi söyledim.
Sustu sadece, o da seviyordu biliyordum. Bildiğimi bildiği için sustu. Açıklama ihtiyacı hissetmiyordu. Konuşmak bir yerde bozmaktır insanlığı, ırzına geçerek hem de. Konuşsa bozulacaktı gece, bozulacaktı dehşet ve yalnızlık. Sakindik… Hayata diş geçirmeye çalışırken bunu sakince yapmaya çalışan iki acemiydik. Bizim bildiğimizi diğerlerinin de öğreneceğini düşünürdük kutsal bir inançla. Hem de kendimizi anlatma ihtiyacı duymadan, bizim bilincimize sahip olacaklardı. Konuşmadan anlaşacaktı bir gün tüm dünya. Tüm dünya üzerinde yaşanan derin bir sessizlik… Biliyorduk; insan sesinin çıkardığı gürültüyü başka hiçbir canlı çıkaramazdı, fısıldama olsa bile. Çünkü insanın çıkardığı seslerin bir anlamı vardı ve zihinde kapladığı yer evrensel bir boşlukta uzayıp gidiyordu. Şekil değiştiriyordu, “acaba” oluyordu, “ya da” oluyordu, “belki” oluyordu, “hassiktir” oluyordu. Anlamını değiştiriyor, değiştirdikçe zihne daha fazla basıyor, kokuyordu. Çöpler kovasına sığmıyordu.
Tüm bunları bilmesi, tüm bunları bildiğini bilmem konuşmamışlığımıza dayanır. Dünya denen dehşetli yerde en az kendim kadar şaşkın birinin daha olabilme ihtimalini bile aklımdan geçirmezken, bir ayna gibi ona bakmam, gözlerini okumam, sakinliğini duymam kadar şaşkınlık verici bir şey daha olamaz. Dünyanın dehşetengiz şaşkınlığına, birbirimizin şaşkınlığını da eklediğimizde, kafası bir ton, damıtılmış bir cesaret çıkıyor ortaya ki, cesaretin böylesi gerçekten tehlikelidir.

Louis Ferdinand Céline
- Her zaman senin, gördüğüm en güzel kız olduğunu düşündüm.
- Gerçekten mi?
- Seni ilk gördüğümden beri.
- Bu çok hoş. Kendimi gerçekten iyi hissettim. Bunu bana başkaları da söylemişti ama bir anlam ifade etmemişti.
- Peki, neden? Sence dalga mı geçiyorlardı..
- Hayır öyle bir şey değil, bunun umurumda olup olmadığını da bilmiyorum. Sadece anlamsızlardı... Anlamsızlar... Biliyor musun, sen söylediğinde, bunu duydum... Gerçekten duydum..

Bir Rüya İçin Ağıt,


Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak. Perdeler. Halılar.
Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğun şeyler artık sizin sahibiniz olur.

Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü