17 Eylül 2012 Pazartesi

ESARETİN SONU



        Garip bir sabahtı. Mahir hâlâ uyuyordu. Ben ise yeni uyanmış, güneşin doğmasını bekliyordum. Gece boyunca esen rüzgâr ürkütmüştü beni ve eski günlerdeki gibi yalnız hissetmiştim kendimi. Bu beni rahatsız etmiyordu çünkü Mahir vardı yanımda. Ne zaman farklı yerlerde kalsak ya da farklı işler yapsak ikimiz de eski anılarımızın yalnızlığı içinde boğulmaya başlardık. Biz birbirimizin diğer parçasıydık. Mahir de uyanınca dışarıya çıktık.
            Kasaba halkı hep aynı yerinde… Bakkal Erdal sandalyesini şemsiyesinin altına koymuş sanki saatlerdir gelmeyen müşterilerini hiç beklemiyormuş gibi yakıcı güneşten korunmaya çalışıyordu sadece. Mahir de İtalyan ressamların bile kıskanacağı güzellikte olan şapkasını bana vermemekte ısrarcıydı. Boncuk boncuk terliyordum. Manav Hasan Dede ise nargilesini tüttürüyordu eski zamanlara özlemle. Küçük Can arkadaşlarıyla top peşinde koşturuyor, mahallenin yeni genç kızları ise bir edayla savuruyordu saçlarını güneşin enselerini yakmasına karşılık.
            Sıradandı tüm olaylar ve yaptıklarımız. Önce nehir kenarında çıplak kızları seyrettik bir süre. Bizi fark ettiklerini biliyordum. Buna rağmen görmezden gelip elleriyle suya vurup birbirlerine neşeli gülücükler atarak serinliyorlardı. Bu hoşumuza gidiyordu. Yavaşça çalılıkların arasında yürüyerek uzaklaştık. Biraz ormanda yürüdükten sonra Mahir ‘’ Hayvanat bahçesine gidelim mi? ‘’ dedi. ‘’ Olur. ‘’ dedim. Bu bile onun acılara boğulmuş yüz çizgilerinin gülmesine yetebiliyordu. İnsanın bir dostu ve paylaşacağı duygularının olması ne güzel bir his… Onu kaybetmekse ne büyük bir yalnızlık olurdu.
Hayvanat bahçesine yaklaşmıştık. Çocuklar yine doluşmuştu kapıya. Hayvanların ufak kafeslere tıkılması Mahir ile beni hep rahatsız etmiştir. Üç maymun vardı geçen aya kadar. Güneş, Yıldız ve Ay bu isimleri biz vermiştik onlara buraya ilk getirildiklerinde. Ay hastalanıp ölmüştü geçenlerde. Bu olay çok üzmüştü bizi. Bekçinin vurdumduymaz hali olduğuna inanmak çok zor değildi. Hayvanlara verilmesi gereken yemekleri bile unuttuğu oluyordu. Bir hayvan hastalansa veteriner çağırmaz, kulübesinde öylece bira içip uyurdu.
            Güneş ve Yıldız, Tahir ve ben gibiydi birbirlerinden başka pek kimseleri yoktu. Ziyaretçi çocuklarda hiç sevemezdi onları. Acı çekmeleri canımı yakıyordu.
            Hayvanat bahçesi kapanmak üzereydi ve güneş hiç batmak istemese de usulca kızartıyordu bulutları. Mahir’ e dönüp ‘’Bu gece Güneş’ i ve Yıldız’ ı kaçırıyoruz.’’ dedim. ‘’Gerçekten bunu yapar mıyız?’’ aptal ve şaşkın bir hal aldı yüzü. ‘’Yaparız tabi.’’ dedim inançla. Eve gitmek için yola koyulduk. Aklımda sürekli planlar kuruyor neler yapabilir neleri göze alabiliriz her şeyi hesaplamaya çalışıyordum. Ya çıkartamazsak? Ya yakalanırsak? Tanrım deli sorular beynimi yemeye başladı ve bundan kurtulmanın tek yolu bu işi bitirmek olacaktı. Gece yarısı en uygun vakitti, bekçinin yorgun vücudu bitkin düşmüş, içmekten sızmış olacaktı. Tek dileğim ruhsuz bedeninin azda olsa içip uyumuş olmasıydı. Tanrım biraz şans sadece bu gece için.
            Eve gelir gelmez yataklara attık hafif vücutlarımızı. Artık düşünecek ve planlanacak bir şey yoktu. Hayal etmeliydim her bir olayı, canlanmalı her bir adım beynimde hata yapmam Mahir’i, Güneş’i, Yıldız’ı ve diğer tüm hayvanları riske atmam demekti. Bekçi silahlı ve de acımasızdı. Koca göbeğini birayla şişirmiş, sarhoş beyni bencil, bu adam her şeyi yapabilir. Uyumalıyım. Kısa ama derin bir uykuya dalmanın vakti gelmişti. Mahir çoktan uyumuştu bile. Uykuya dalana kadar yaptığım planı kafamın içinde defalarca canlandırarak uykuya daldım.
            Hayvanat bahçesi önünde geldiğimizde bekçinin ışığı yanıyordu bu bizi bir an tereddüde soksa da vazgeçmedik. Bekçinin kulübesi beş metre kadar uzaktaydı. Kararlıydık ve bu işi yapacaktık. Kapının üzerinden sessizce atlayıp hızlıca kulübeye yaklaşıp bekçiyi kontrol ettim. Uyuyordu ama her an uyanmasından öylesine korkuyordum ki kalbim her an elime düşebilirdi. Geri dönüp Mahir’e kapıyı açtım. Yavaş ve sessiz bir şekilde ilerliyorduk ama Mahir’in gereksiz ve zamansız soruları beni terletiyordu. Susmasını söyledikten sonra onu maymunların yanına bende bekçinin kulübesine doğru ilerledim. Kapıyı yavaşça araladım ve masanın üzerinde ki kilit anahtarlarını kapıp geri çıktım bu olay çok kısa bir sürede gerçekleşti.
            Güneş’i ve Yıldız’ı tam çıkartmış gidiyorken bir kuş sesi duydum. Durdum arkamı dönüp bir baktım. Mahir’e ormana doğru ilerlemesini söyledim. Onlar ilerlerken ben diğer tüm hayvanları da kurtarabileceğimi hissettim. Tek tek tüm kapıları açtım. Tüm hayvanlar ve ben kapıdan çıkarken bekçi hayvanların çıkardığı özgürlük seslerinden olacak uyanmış penceresinden bizi izliyordu, kısık gözleriyle korkusundan çıkmıyordu. Tüm hayvanlar dört bir yana yayıldı ben ise ormana koşmaya başladım.
            Mahir’i Güneş’i ve Yıldız’ı görebiliyordum. Bir el ateş sesi duydum bekçi elinde silahla peşimden koşuyordu. Ormana daldık korkuyorduk ve nereye gittiğimizi bilmiyorduk, derine en derine ve karanlığa doğru iyice ilerledik. Bekçi rastgele ateş açmaya devam ediyordu. Acı bir sesle Yıldız’ın inlemesini duydum, bir anda önüme yığıldı sırtı kanlar içindeydi. Onu gören Güneş çığlıklar atıyor oradan oraya zıplıyordu acı çektiğini hissedebiliyordum, yıllarını bir kafeste paylaştığı arkadaşı ölüyordu. Bu hiç kolay değildi bir hayvan bile olsa. Sırtıma almaya çalıştım burada bırakamazdık, deniyordum bir iki üç olmuyor olmuyor çok ağırdı tekrar tekrar denedim. Elimizden hiç bir şey gelmiyordu ve durmamalıydık bu hepimizin sonu olabilirdi.
            Saatlerce koşmuştuk çok yorulduk dinlemek için bir ağaç altına oturduk. Karmakarışık duygular içinde boğuluyordum bir yanım özgür diğer yanım ölüydü. Bütün gün uyuduk ve tekrar yola koyulduk geri dönemezdik artık başka kasabalara şehirlere gitmeliydik. Bu geceyi de geçirmek için bir mağara bulduk. İçi karanlık ve birazda serindi gece daha da soğuyacağını düşündüğümden biraz çalı çırpı topladım. Biraz peynir ekmek ve meyve yedik Güneş’e de muz verdik bolca. Akşama doğru ufak bir ateş yaktım ateş Güneş’in ilgisini çekmişti. Hayretle bakıyordu. Hava iyiden iyiye karmış soğuk vücudumuza işlemeye başlamıştı, biraz daha çalı çırpı ile ateşi büyüttüm. Mağaranın tamamını aydınlatmak için evden çıkmadan önce hazırladığım çantadan bir mum çıkarttım. Ateşten aldığım közün yarısı hala soğuktu diğer yarısına yavaşça üfledim önce Mahir yanaştı yanıma yavaş yavaş közden ateş çıkmaya başlayınca Güneş’te geldi. Mumu yaklaştırdım ateşe ve karanlık yüzlerimiz bir anda aydınlandı. Mahir mutlulukla gülümsedi Güneş ise neredeyse kafasını ateşin içine sokacak kadar yaklaştırmıştı, gözleri merak doluydu. Karanlık mağara ışığa hasret değildi bu gece biz ise artık birer özgür canlıydık içimizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder