26 Ekim 2012 Cuma

Ölüler üzerine...






Ölüler
Yaşamak ve ölmek… Gerçek dünyanın en büyük gerçekleri… Öleceğimiz günü bilmediğimizden midir ölümü unutmamız? Dünyaya derin bir kazık mı bağladık farkına varamadığımız ölüm kıyısına bu kadar yakınken ve daha ne bulabiliriz ölümün olduğu yerde daha ciddi?
            Bir ölü mezarda kiminle konuşmak ister? Önce anlatır annesine, babasına, benim gibi büyük bir aileden gelmişse konuşmak ister herkesle. Dostları sevgilileri bitirmek ister pişmanlıklarıyla güzel günleri anarak. Doğa gibi oda en son özüne dönecektir ve şansızsa oda tüm kuş beyinliler gibi mezarda bulur kendini. Sayısal Loto’nun varoşlarda bir eve vurması gibidir insanın kendini bulması.
            Ölüler, önce daha büyük bir mezar, sonra bir sigara ve de bir zippo isterler. Manzarası olsun isterler ve bir televizyon yahut bir magazin dergisi isterler. Yeni çıkmış bir telefon yada yeni sosyal paylaşım sitelerinde bir üyelik isterler sonra boy boy resimlerini koymak, günlük yaptıklarını paylaşmak isterler ne yapabilirler ki artık mezar gerçeğinin içinde ve sonra son model bir otomobil ve sonra, sonra, sonra…
            Ölüler, konuşamazlar birbirleriyle.
            Ölüler, susamazlar yaşamaya.
            Ölüler, öylesine alışmışlardır ki yaşamaya öldüklerinin farkına varamazlar. Her şeye rutine bağlamıştır, düşünemezler bile.
            Sanattan anlamazlar çünkü sanat yapmamışlardır. Onun içine büyüsüne ve de estetiğine dokunmadıkça anlayamazlar. Bide en çok sanatı savunanlardan çekinirim, onlar ki bilmediklerini gizlemek isterler. Mezar taşlarına adlarını yazdırırlar, kimin umurunda yılda bir iki kişi gelmiş ve yoksan hiçbir güzel anıda, kitap aralarındaki resimlerde, eğer sosyal medyanda bile hatırlanmıyorsan ne fark eder kim olduğun.
            Ölüler, acı çekmezler, vurdumduymazlar. Yürürler sanki Afrodit ya da Zeus gibi görkemli ve güçlü görünmek isterler. Tüm tanrılar gibi onlarda ölecekler tekrar tekrar.
            Ölüler mezarlarından çıkmak istemezler. Bir ağacın kökleri sarmalar tüm tabutlarını oyuncak ve böcekleri ile etlerini kemiren böceklerden bir şey hissetmezler artık yansımaları vardır onların. Bir ayna korkutur onları, ürpertir en köşeye sinip beklerler tekrar ölmek, tekrar ölmek, boğularak, yanarak, kuruyarak elli santigrat derecede ve saat on üç’ü beş geçe sularında. Alışamaz hiçbir ölü ilk başlarda. Sinsice yaklaşır önce, gözlerini gösterir, yavaşça kaldırır başını ürkütmek istemediği bir köpeğe yaklaşır gibi. Varınca yüzü aynaya, inceler önce burnunu gözünü, ağzını ve çürümüş saçlarını. Bir kibrit ışığı mezarda bütün gün ayna karşısında… Sıradanlaştıkça ayna güler arkasını dönünce ona.
            Korkar ölüler aynaya bakıp da kendini göremezse ya da bakarken kaşına gözüne, gözlerinde bir pis bakış, alçak görme ve dudaklarında bir gülümseme korkuturcasına. Garipser fokurdayan su gibi çıkar ateşi kafayı vurur tavana ve dan!
            Uyanmaya başlarsa ölüler bakabilirse aynaya yüzleşebilirse artık tüm gereksiz materyallerinden kurtulmuştur. Öz ve ruhunun sesini duyabiliyorsa artık yeni doğmuştur oda tüm bebeklerle eş değercesine.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder