8 Kasım 2013 Cuma

Çıkamayacağın bir durum içinde ki harcadığın çaba nedir? O an belki de en kolay cevaptır bilmiyorum demek. Bu kabullenmemek olsa da. Her gece gördüğüm rüyalara nasıl karşı çıkabilirim ki? Yeniden ve yeniden terlemeler ile, ölüm ve yaşamla uyanarak, çığlık atarak, kusarak en dipteki organlarımı çıkarabilecek kadar zehirle doluymuşum gibi uyanmak. Uyudum uyandım demek saniyelerin içerisinde ufak bir kareyi kaplasa da, bu, iki kelime arasında hissettiklerimi ifade edememek rüyalarımın gerçeğe dönüşmesiydi.

                Dedemden kalma kahverengi ve üzerinde hala çocukluğumun izlerini taşıyan futbolcu resimleri olan kurmalı saate baktığımda sabahın dördüydü. Pencereye yöneldim. Ay hilale bürünmüş, soğuk hava kaloriferimin sıcaklığına dayanamayıp camda nefesimin buğusunu çıkartıyordu. Sessizlik kendini hissettirebiliyordu. Gökyüzü tozlu bulutlarla yer yer dağılmıştı. Çocukluğumda hiçbir zaman rastgele dizildiklerini düşünmezdim ve sürekli bir anlam çıkarmaya çalışırdım. Bu çocukluğumun anlamsızlığımı yoksa yalnızlığımı bilmiyorum belki de kimsenin sahip olmadığını düşündüğüm yeni bir oyuncaktı sadece. Bulutlar işte bu kadar güzeldi bir zamanlar.
                ‘’Yine erkencisin.’’ Dedi Ahmet.
                Gece işemek için uyandığında artık beni pencere kenarında dışarıyı seyrederken ya da kitap okurken görünce şaşırmıyordu çünkü bunu her gece yapıyordum. Bana ve yaşantıma alışmıştı. Bazen gece uyanık olduğum zamanların bazılarında bakışlarımın derin ve donuk olduğunu söylüyordu. Kendimi, aynanın dibine yanaşmış gözümü inceliyorken buluyordum. Göz kapaklarımın altı hüzünle dolu yağmur bulutlarını andırıyordu, kırmızı şimşekler çakıyordu damarlarıma ve her biri çakılı kalıyordu çocukluk anılarımın beyazlığının içinde. Kan çanağına çoktan dönmüş gözlerimle ayna karşısında dakikalarca durduğumu fark ettiğimde tuvaletin ve koridorun ışığı çoktan kapanmış, Ahmet’in tekrar uyuduğunu fark ediyordum.

                Tekrar uykuya dalmak istemiyordum. Kalktım banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Klozete oturup bir sigara yaktım. Boşalttım vücuduma fazla gelen artıkları, rahatlatıcıydı. Seksten çokta farksız değildi sadece on beş dakikayı iki dakikaya sıkıştırmaktı. Boşalınca rahatlıyordun kusmak gibi. Biriken her şey taşıyordu, kanalizasyon gibi. Benim biriktirdiklerimin taşması ağzımda çamur tadı bırakacak gibiydi.
                Gecenin en tatlı vaktinde olmama rağmen, pikaba bir Pink Floyd pilağı koyup dinlemeye başladım. Tüm duyularım aceleye kapılmış kedinin sakinleşmeye başlaması gibi durulmaya başladı. Annemin uydurma hikayelerini dinliyordum evet, yavaştı, sürpriz yoktu ve eğer sonunu yakalaya bilirse mutlu biterdi. Bilmiyorum, bazen hikayelerde beni bulmaya çalıştığını hissederdim. Bunu çoğu zamanda başarırdı. Plağı sonuna kadar dinledim. Zaman önemli bir kavram değildi, sadece canımı çok yakıyordu bazen ve kalp atışlarımın sakinleşmesini istiyordum artık. Kalbim çok hızlı atıyordu ve bu bazen iki, üç, beş dakikayı aşıyordu, her an ölebileceğimi düşünüyordum. Düşüncelerimi, sakin ve yalnız bir anda yakaladığım zaman sonuna kadar değerlendiriyordum. Sabahın güneşi büyük penceremden içeriye vuruyordu, bu ışık doğuşun ışıklarıydı ve her sabah yeniden doğuşların içinde bu albümle büyüleniyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder