Joona ile birlikte otel
resepsiyonunda buluştuktan sonra St. Jullian’a geldik. Saat akşam sekiz olmuştu.
Joona tipik bir Avrupalıydı, Finlandiya’da doğmuştu. Üstelik Antalyayı çok
seviyordu. Otelin mutfağında tanışmıştık. Yemeklerimizi kendimiz yapıyorduk.
Biraz sohbet ettikten sonra akşam barlar sokağına beraber gidebileceğimizi
söyledi. Kabul ettim bende. Saatin erken olması insan kalabalığından
anlaşabiliyordu. Henüz yüksek topuklular teşrif etmeden erkeklerde sokaklara
dökülmüyordu. Barlar sokağından yavaşça aşağıya doğru inerken, barlar önünde
duran garsonların ikram ettikleri içkileri hiç bir zaman tercih etmedim. Burası
ne kadar farklı renklerden barlardan oluşsa da, bu sokağın tek bir sahibi vardı.
Çokta umurumuzda değildi zaten. Bu gece Joona beni peşinden her yere
sürükleyecekti. Bir Türk kızı ile tanıştığından bahsediyordu, kaç gündür
görmediğim bir kız.
Hugo’s’ta
bir kaç biradan sonra. ‘’Gentelmen Club’’ ‘a girmek istedi. Barların
merdivenleri hep yukarıya doğru, Gentelmen Club'ların ise aşağıya doğru
iniyordu. Yükseklerde boğulmak yada toprağın altında. Ölüme varmadan önce
uğradığımız yeryüzünde ki son cehennem. Son umut ve bir çok kayboluşların
sonunda ki son kayboluş, bir kadının koynunda. Sonra tüm yükümüz ile beraber
gömüle bilirdik ağaçların koynuna. İçerisi pek kalabalık değildi sanırım biraz
da erkendi. Öyle yaşlı göğüs kılları beyazlamış insanlarda pek yoktu güzel
kadınlardan başka. Yarı çıplak bir şekilde koğuşta volta atar edasında
dolanıyorlardı kadınlar. Geceleri hapis, gündüzleri yalnızlığa teslim
oluyorlardı. Ve her defasında yalnızlık sarmalamıştı gözlerini bu kadınların.
Toplumda istedikleri yerleri bulamayan öyle ya da böyle bu renkli rüyalar
gecelerinin sultanları erkekleri tatmin etmek için çalışıyorlardı. Çok mutlu
görünüyorlardı benden başka herkese, gülümsüyorlardı ve kapıdan içeri girdimizi
görür görmez gözleri üzerimizdeydi. Kırmızı mor ışıklar sanki sahne alıyormuşum
gibi ağırladılar beni. Müzik, dans eden kadınlar, göz kırpanlar... Çok geçmedi
geldi sokuldu ürkek ama inatçı kedi gibi, sürtünmeye başladı hemen ‘’Bir
kokteyl ısmarlamak ister misin bana ?’’ Joona çoktan geçmişti bir masaya esmer
bir kadınla. Esmer kadın siyah deri koltuktan bana gülümsüyordu. Ürkmüştüm ve
tedirgin olmuştum çünkü ilk defa böyle bir yere gitmiştim. Ama her şeyiyle
öğrenmek istedim bir anda. Görmediğim, yaşamadığım bir dünyaydı burası. Joona,
el işaretiyle yanına çağırdı ısrarlı bir tavırla. Yanımdaki kadında boş
durmuyor sürekli bir şeyler soruyordu. ‘’Bir kokteyl bayana, bana da bir viski
lütfen.’’
Joona hemen
tanıştırdı yanında ki kadınla; otuz beş yaşlarlarında görünüyordu yaşlı kurt.
Tunus’dan gelmişti ve bir afrika vahşiliği ile sarıp sarmalıyordu beyaz
solucanı. Solucan mutlu yaşlı kurt mutlu ve azgınlıktan duramıyordu ikisi de
yerlerinde. Ben daha yanımdakini tanıştırmadan odaya doğru yürümeye başladılar.
Bu gece bizim solucan bir çok renge bürünecekti besbelli. O ince derisi;
kırmızı, pembe ve mor tonlarında değişip acını yarına saklayacaktı.
‘’Benim adım Sonia, senin ismin ne? Nereden geliyorsun?’’ dedi her an üzerime atlayacakmış gibi yanı başımda otururken. Şikayetci değildim ama nasıl davranacağımı da bilmiyordum. Tam bir çömez gibiydi hareketlerim. ‘’ Ben, bu gece tek kullanımlık ama nadir bulunan birisiyim senin için. Akdenizliyim. Sen nerelisin?’’ ‘’ İtalyanım.’’ Dedi. İlk defa bir striptizci kadınla konuşuyordum ve heyecanımdan terlemeye başlamıştım. Böyle bir fırsatı kaçıramazdım. Evet evet, elimden gelenin en iyisini yapmalıydım ve hakkında öğrenebileceğim herşeyi öğrenmeliydim çünkü bu kadını hayatım boyunca unutmayacaktım. Onu daha çok tanımak istiyordum, narin vücudunu keşfetmek yaşadıklarından daha değersizdi şüphesiz. Ve onu yazmak muhteşem olacaktı benim gibi biri için çünkü tamamiyle gerçek ve çıplak bir ruh keşfedebilirdim. ‘’Odaya geçmek ister misin? Henüz yirmi dört yaşındayım yaşlanmadan önce sana güzel hatıralar bırakabilirim, ne dersin?’’ İtalyan aksanı ile konuştuğu ingilizcesi hoşuma gitmişti. Ve tüm yüz hatlarını yüzüme kazımak istedim. Sonia gerçek adı değildi muhtemelen zaten gerçek ismini söylemesini de bekleyemezdim. Ortam karanlığa pek yakındı ama yine de onu tamamiyle görebileceğim kadar renkliydi ışıklar. Üst dişlerinin birinde parlak bir taş vardı. Kumral teni neredeyse pürüzsüzdü. Burnu sivri gözleri büyüktü, büyük bir bilye gibi. En sevdiği renk maviydi. Sanki gökyüzüne kaçmak istermiş gibi. Benimle ilgileniyordu zaten ilgilenmekte zorundaydı ve daha da yaklaştıkça ateşim yükseliyordu. Zamanı yavaşlatmak için elimden geleni yapıyordum. Bacağını bacağımın üzerine attı, elleriyle boynumu doladı. Kendimi geri çekmeliydim, bu çok hızlıydı. Zamana ihtiyacım vardı onu daha fazla keşfedebilmek için. Yavaş yavaş tırmanıyordu vücuduma. Konuşmaları hep kulağımı okşuyor gibiydi. İnsan etinin iletkenliğini bu kadında bolca hissediyordum. Hava gittikçe ısınıyordu. Konuşmak ve sorular sormak istiyordum ama beynime giden kan azalmış gibi düşünemiyordum. Bir anda ağzımda fırlayıverdi.
‘’Sevgilin
var mı?’’ şaşırdı ve duraksadı bir an için.
‘’Ayrıldık.’’
Dedi merhaba der gibi.
‘’Neden?’’
‘’İşim
yüzünden. Benimle odaya gelmek istemiyor musun?’’
‘’Oda
kötü bir erkek miydi?’’
‘’Senin
gibi.’’dedi ve az da olsa ciddi konuşmaya başlamıştı. Sorduklarımdan rahatsızda
olmuştu belki, belki hoşuna da gitmişti. Bilemiyorum.
‘’Ellerin
çok güzel. En çok ne seversin?’’
‘’Çocukları...’’
dedi ve en masum bakışını yakaladım. Konuştukça vücudumdan yavaşça iniyor ve
ısınıyordu sohbetimiz. En masum varlıktı çocuk ve bu gece bir günahkarın
dilindeydi. Ve en az çocuk sahibi orospular kadar anne olmak istiyordu bir
zamanlar. Belki. Sanıyorum ki hâlâ belki. Karanlığa renk katmaya çalışan, yerin
altına inşa edilmiş ve renkli merdivenlerle yerin dibine inen yolda bir mola
noktası gibiydi. Bu mekan bu gece bu kadın için bitmeliydi ve ağaçların
köklerine hapsolmalıydı.
‘’Patronum
bakıyor, daha fazla duramam üzgünüm.’’dedi usulca. Tasmasından hafif şok yemiş
gibi yüzü asıldı bir an için. Yanımdan kalkmadan önce teşekkür etti ve
yanağımdan öptü. Tekrar oraya gitmemi istedi. Ben ise onu yaşatacağımı söyledim
sadece, bir daha oraya asla gitmedim. Zaten buralarda kalıcı da değildim.
Şimdi
renkli yapraklı defterimin pembe sayfası üzerinde akan nehrimin mavi tonu ne
Sonia’nın yaşamı kadar pembe ne de hayalleri kadar mavi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder